20 Mayıs 2007 Pazar

Düğün

Günlerden bir gün, karakışın sonuna doğru, hizmet içi eğitimin olmadığı bir hafta sonu. “Ben ne güzel uyurum şimdi” dediğim gecenin sabahında, saat altıda Korg marka org sesiyle yatağımda zıpladım. Ne oluyor derken bir piyanist şantörün, orgun kasetinden çalan melodiye Kürtçe eşlik ettiğini fark ettim: Sabah saat altı sıfır sıfırda sokak düğünü yapılıyordu! Piyanist şantörün repertuarında yalnızca birkaç şarkı vardı. Hepsini döne döne söylüyordu. Aslında hepsi birbirine benzediği için farklı şarkılar olduğunu pek anlamıyordum ama “Heheheeeeey” diye başlayan şarkıya geçince başa döndüğünü fark ediyordum. Adam gece saat 22:00’a kadar aralıksız, üstelik bıkmadan aynı şarkıları söyledi. İnanamadım.

Sonrasında havalar iyice ısındığı için böyle düğünler de sıklaştı. Bulunduğum ilçede düğün salonu yok. Düğünlerin hepsi mahalle aralarında yapılıyor. Bu yüzden kış aylarında düğüne pek rastlanmaz. Düğünlerin neden bu kadar erken saatte yapıldığını da oranın yerlilerine sordum. Müzik, insanların toplanmasını sağlamak için erken başlıyormuş. “Saat verseler olmaz mı?” diyorum, sessiz kalıyorlar. Çalınan şarkılarınsa hepsi halay şarkısı çünkü Kürtler'de bireysel oynama yok. İlla topluluk içinde, toplulukla temas halinde oynayacaksın. Hani biz de toplulukla oynarız ama doğuda, çiftetellideki gibi açayım kollarımı, parmaklarımı şaklata şaklata karşılıklı oynayayım diye bir şey yok. Belki aşiret geleneğinden kaynaklanıyordur. En çok oynanan oyun (ya da halay) “Şemmamme” . Böyle okunuyor ama böyle yazılıyor mu bilmem. İlk gördüğümde bana çok değişik gelmişti. Yana falan dönülüyor. Bir de çoğumuzun "delilo" olarak bildiği üç ayak var. Üç adım öne, üç adım arkaya. Şemmamme'den sonra en çok oynananlar listesinde ikinci sırada.

Düğünler yazın oluyor ama oğlan tarafı gelin kızlara çeyizlik alırken palto, çizme de alıyor. O yüzden ayakkabıcılardaki bayan çizmeleri dört mevsim rafta. Düğünlerde giyilen giysiler, günlük hayatta giyilenlerle aynı. Yani renkli, parıltılı Vizontele elbiseleri. Sırf bu elbiseler sebebiyle kendimi zaman zaman film setinde geziniyor sanıyorum. Bu arada Yılmaz Erdoğan Vizontele’de doğunun durumunu çok güzel anlatmış. Doğuyu yaşadıktan sonra Vizontele serisi bana çok daha anlamlı geliyor.

13 Mayıs 2007 Pazar

Gergin Saniyeler

Her yerleşim yerinde olduğu gibi burada da küçük esnafın büyük payı kapmak için konuşlandığı merkezi bir cadde var. Caddede bulunan dükkanlardan biri tavukçu. Ne zaman önünden geçsem tavuk parçalıyor, temizliyorlar. Buraya kadar bir sorun yok. Lakin adamlar tavuğun kestikleri küçük parçalarını caddeye fırlatıyor. Bir kere tam ben ordan geçerken bir tavuk parçası beni sıyırdı. Et parçası önümden Matrix’te Neo’ya gelen kurşunlar gibi yavaş çekimde geçti ve caddeye düştü. Artık zorunda kalmadıkça tavukçunun önünden geçmiyorum. Geçmek zorunda olduğumda da yanağıma her an bir tavuk parçası yapışacak diye gergin saniyeler geçiriyor, adımlarımı hızlandırıyorum.