29 Ekim 2007 Pazartesi

Cumhuriyet Bayramı

Meslekteki ilk 29 Ekim'im.

Güzel bir program hazırlamıştık. Çocuklarla 'Cumhuriyetimizin bekçileriyiz.' vb yazan pankartlar yapmıştık. Tüm bu özene rağmen halktan hiç kimse kutlamamıza katılmadı. Cumhuriyet Bayramı'nı okulumuzda kendi kendimize kutladık. Halbuki en önemli bayramımıza köy halkının coşkuyla katılmasını isterdim. 23 Nisan'a genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, çocuğuyla katılmışlardı. Bu fena oldu. Yine de en çok hoşuma giden şey biz genç öğretmenlerin şıkır şıkır takımlarla bayrama gelmesiydi. 'Köyde kutlayacağız nasılsa, dağın başında kim bizi görsün.' dememişti kimse. Bizim okulun kadrosunda en sevdiğim özellik bu. Dikkat edilir nerede ne giyileceğine.

Ne yaparsak yapalım, milli bayramları köyde kendi kendimize kutlamamız güzel olmuyor. Aslında ilçe milli eğitim köylere servis ayarlayıp bizim çocukları da özel günlerde ilçedeki kutlamalara getirtebilir. Köyler ilçeye çok yakın. Çocuklar da böylece değişik bir etkinliğe katılmış olurlar. Öyle unutulmuş gibi, bir kenarda kutlayınca bayramların tadı pek olmuyor.

24 Ekim 2007 Çarşamba

Merak Edenlere...

Doğuda zaten var olan askeri hareketlilik aslında bahardan itibaren iyice hızlanmıştı. Yalnızca, basın bu aralar çok yer veriyor. Televizyonda söylediklerini biz burada, içindeyken hissetmiyor ve hemen her şeyi sizler gibi haberlerden öğreniyoruz. Günlük hayatımıza yansıyan bir şey yok. Ben yine her gün okula 'The Simple Present Tense' diyerek gidiyorum.

14 Ekim 2007 Pazar

Şeker Bayramı

Bayram tatili çok kısa, memleketler çok uzaktı. O yüzden öğretmenlerden hemen hiçbirimiz ailelerimizi ziyarete gidemedik ve bayramı burada geçirdik. Önceden sözleştiğimiz üzere birbirimize ev ziyaretlerine gittik. Kahveler, çaylar içtik; birlikte yemek yedik; sohbet ettik. Güzeldi.

Hepimizin ortak şikayet konusu bayramın arsız çocuklarıydı. Cevap vermemene rağmen ısrarla kapı zilini çalanlar, kapıları tekmeleyenler, yedikleri şekerlerin kabını yere atanlar, bayram harçlıklarıyla aldıkları torpilleri patlatanlar. Ve gelen şikayetler üzerine belediyeden yapılan anons. Görevli önce en sakin ses tonuyla başlıyor: 'Dikkat! Sukakta turpil, fişşşeak, kız kuvalayan (o sırada fişek sesleri devam ediyor -ciuvv, dıgş, tak) atılmaası ve satılmaası yasaktır!' Görevli derince nefes aldıktan sonra bir kez daha tekrarlıyor: 'Dikkat! -ciuvvv, pat pat pat- Sukakta turpil, fişşeak, kız kuvalayan atılmaası ve -ciuvv, taka taka- satılmaası yasaktır!'. Belediye görevlisinin sonunda sabrı taşıyor ve birden sinirle bağırıyor: Çucuklarınıza sahip çıkın lo!

Etrafta güzel giyinmiş arsız çocuk bolluğundan başka en çok kravatsız takım elbiseli adamlar vardı. Erkek erkeğe, öbek öbek bayram ziyaretlerine gidiyorlardı. Hele bir topluluk, tek sıra olmuş, sırayı da bozmadan uzun yolda öylece ilerledi ve gözden kayboldu. Kadınlar bu sefer ortalıkta yoktu ama sokaklarda, okudukları belli olan ergenlik çağındaki kızlar ve erkekler dolaşıyordu. Çocuğu, adamı, yaşlısı, genç kızı, hepsi temiz ve güzel giyinmişti. Genelde bakımsız olan yöre halkını böyle görmek hoşuma gitti. Ve tabii, 'esnaf iyi para kazanmıştır' diye düşünmeden edemedim.

Buradaki ilk bayramımı da böylece geçirdim.

11 Ekim 2007 Perşembe

Arife

Okul bugün yarım gündü. Ben de arkadaşlarım gelecek diye akşama doğru çarşıya çıkıp ufak çapta bir bayram alışverişi yaptım, ikram etmek için çikolata ve kolonya aldım. Sokaklar hiç olmadığı kadar hareketliydi. Şeker, bayramlık, sebze satan seyyar satıcılar; onların önündeki kalabalıklar; birbirine karışan sesler, çocuklar... Yöre halkı gerçekten bayrama hazırlanıyordu. Yanımda fotoğraf makinem olsaydı güzel kareler yakalayabilirdim.

Yeni gelen bir şeyler vardır diye nispeten şık olan giyim mağazalarından birine girdim. Mağazanın içi, yüzünü açmış çarşaflı kadınlar ve onların esmer çocuklarıyla doluydu. Mağazadaki televizyondan ilahi sesleri geliyordu. Tek başıma onların arasında kalan ben, üzerimdeki kargo pantolonumla yabancı bir gazeteciyi andırıyordum. 'Arabistan'da kadınlar alışverişe akşam saatlerinde çıkıyorlar. Bulunduğumuz mağazada, ev dekorasyonundan giyime her şey var.' Sonra fonda Gökhan Özen çalmaya başladı. 'Gökhan Özen gördüğünüz gibi Arabistan'da da biliniyor.' - o sırada birkaç Arap genç kızla röportaj yaptığım görüntüler devreye girer: 'Geçen yaz Türkiye'ye ziyarete gelmiştik. İlk orada duymuştum. Şimdi ülkemizde de şarkıları dinleniyor.'

Kalabalığı yararak kendimi sokağa attım. Yine sokakta bir sürü çocuk ve kendine en tuhaf renklerde gömlek alan yetişkin erkekler vardı. Çarşıdaki kalan işlerimi hallettikten sonra eve doğru yol aldım.Yolda hala ev temizliği yapan kadınlar gördüm. Çoğu halı yıkıyordu. Bu yörenin kadınlarının, genç kızlarının ömrü halı yıkamakla geçiyor. Eve vardıktan on dakika sonra yakınımda oturan bir öğrencim bana içli köfte getirdi. Mutlu oldum. Akşam yemeğinde içli köfteleri afiyetle yedik.

9 Ekim 2007 Salı

Elif'cik, Bizi Affet!

Başaramadık. Defalarca kızlarımızın evlerine gitmemize rağmen başaramadık. 'Masraflarını karşılarız.' dedik, olmadı; 'Servis tutarız.' dedik, olmadı. Razı edemedik. Zorunlu eğitim 8 yıl olduğu için kanuni bir yaptırım da uygulayamadık. Yapamadık.

Bizim ilköğretimden geçen yıl 3'ü kız olmak üzere 8 öğrenci mezun oldu. Onların doğduğu yıllar, malum, terörün zirvede olduğu yıllar. Az sayıda olmalarının sebebini buna bağlıyoruz. Bu kadar az sayıda olmaları maalesef kızların liseye gitmelerine engel oldu. Çünkü en çok söyledikleri bahane buydu. Tabii gerçekten isteselerdi ona da çare bulurlardı. Ağa, kızını ve diğer iki kızcağızı her sabah işine giderken okula götürebilir, akşamüstü de geri getirebilirdi. İstemedi.

Bu yılki 8'lerimizden umutluyuz. Kızlarımızın velileri istekli görünüyor. Neyse ki feodalite o kadar kuvvetli değil. Ağanın kızı gitmedi diye onlar da göndermeyecekler diye bir şey yok. Kaldı ki ağanın kızını da seneye kız meslek lisesine yazdırmayı düşünüyoruz. Meslek liselerine öğrenciler okullarına ara verdikten sonra da devam edebiliyor. Bir yıl kaybedecek olmaları hoşumuza gitmiyor fakat okuma şansları devam edeceği için mutluyuz.

Yine de,

Elif'cik, bizi affet! Başka yollar bulunabilir miydi, bilemedik. Gençtik belki, tecrübesizdik, fakat inançla mücadele ettik.

Elif'cik, bizi affet de, anneni babanı affetme!

3 Ekim 2007 Çarşamba

Mızgıni

Dersteydim. Pencereye sırtımı dönmüş tahtaya yandan yazı yazıyordum. Sağ kulağımda bir uğultu oluştu. Korkuyla başımı çevirdim ve o pencereden uçup gitti. Öğrencilerim beni, telaşlanmayayım diye uyarmamış. Zaten her şey birdenbire oldu.

-Mızgıni. Mızgıni.
-Ne demek?
-Müjdeci öğreatmaaniii. Müjde böceği. Kulağınıza bir müjde fısıldadı ve gitti.
-
Kelebek miydi?
-Değil öğreatmanii. Mızgıni.
Zararsızdır. Mızgıni derler. Müjde.

İnanmam hurafelere ya, hoşuma gitti bu sözleri duymak. Bekliyorum.

1 Ekim 2007 Pazartesi

Bir Biz Değiliz

Bu sene, bir sebeple, hastanedeki sağlık personeliyle -doktorundan hemşiresine, anestezi uzmanından teknisyenine- arkadaş oldum. Onların da bizden acaip öyküleri var. Hastaneler her yerde olaylı olur ama burada yöreden kaynaklanan tuhaflıklar yaşanıyormuş. Doğum öyküleri birinci sırada. Örneğin ameliyathaneye ikinci sezaryen için gelip arada üç tane normal doğum yaptığı ortaya çıkan kadınlar varmış. Sonra, başkasının karnesiyle muayene olmaya çalışanlar, "bu senin karnen değil" deyince "küfür mü ediyorsun" diye saldıranlar; en lüks arabaya binen yeşil kartlılar; çocuğu -kendileri bakmadığı için- hastalanan ama kolay iyileşmedi diye doktoru dövmeye kalkanlar; ameliyattan birkaç saat sonra hastalarının -diyelim- "karnı deşiyr (karnı ağrıyor)" diye hemşirenin üzerine yürüyenler, aşiretçe hastane basanlar, yaralı askerler, ailenin ilgisini çekmek için basit bir sebeple ikide bir hastaneye gelen yaşlılar (yaşlılar hastalanınca bütün sülale akın akın ziyarete geliyormuş) ve daha burada anlatamayacağım bir sürü absürd, trajik ve komik öykü. Bütün sağlıkçılara bol sabır ve kolaylık diliyorum.