23 Mart 2008 Pazar

Simit Dünyası

Şu son hafta buraya iki tane kocaman 'simit dünyası' açıldı. Bizim oralarda modası geçti onların ama biz dışarda oturabileceğimiz mekan çeşitlendi diye sevindik. Bir arkadaşımsa simit dünyalarının yeni açılıyor olmasının buranın geride kaldığının göstergesi saydı. Güldük.

Bugün deneyelim diye yola yakın olanına gittik, mekan ferah ama komikti. Hiçbirimizin siparişi tam gelmedi. Daha kötüsü gelir endişesiyle tepsileri tamamlatmadık. Tepsilerde kağıt yoktu. Çörekler 'Alın, hepsini yiyin aslanlarım' der gibi tepsilerin içine bırakılmıştı. Nitekim yedik. İlçenin restoran, pastanelerinde genellikle servis özenli olur. Yeni olmanın verdiği bi' kafa karışıklığı herhalde.

21 Mart 2008 Cuma

Nevruz

Nevruz olaysız geçti gibi. Bu sene benim ev sakin bir yerde olduğundan ve nevruzda dışarı çıkmadığımdan öyle düşünüyor da olabilirim. Yine de kulağımıza geçen sene olduğu gibi yaralanma, taşlama vs. olayları çalınmadı. Yasadışı sloganlar mutlaka atıldı ama sakin geçti gün.

Haberler genelde abartılarak hatta çarpıtılarak yansıyor ekranlara ama şu söyledikleri "sokaklarda kadınlar ve çocuklar vardı" sözleri çıplak gözle görülen bir gerçek. Burada zaten en çok çekindiğiniz şey çocuk çeteleri oluyor. 10-15 tanesi bir arada geziyor. Her şeyi yapabilirler. Çocuk ne yaptığının farkında değil çünkü. Taş atıp kafanı yarabilir ve bu ona çok eğlenceli gelebilir. Pek sahip çıkmıyorlar çocuklarına. O yüzden de lastikleri yakanlar, pankart sallayanlar çoğu zaman bunu bir eğlence sanan çocuklar oluyor.

Nevruz'u da atlattık.

20 Mart 2008 Perşembe

Manzara Aynı

Haberlerde izliyorsunuzdur. Nevruz yaklaştıkça doğu illerinde, ilçelerinde çocuk yaştaki erkekler "kamyon lastiklerini" yol ortalarında ateşe verip etrafında slogan atmaya başlıyorlar. Olay çoğu zaman polisin gelmesiyle, sadece gelmesiyle, son buluyor. Göstericiler sokak aralarına dağılıveriyor. Burada da son 3 gündür manzara aynı. Akşamları dışarı çıkmıyoruz. Nevruz'u tedirgin bekliyoruz. Baharın gelişi kutlanır, hem çoğu kültürde vardır hem de güzeldir ama başka işlere alet olması fena. Bakalım yarın neler olacak?

16 Mart 2008 Pazar

Anadolu Notları

Bu aralar, Reşat Nuri Güntekin'in 1930'lu yılların sonunda Milli Eğitim Müfettişliği yapıp ülkeyi gezdiği sırada yazdığı Anadolu Notları*'nı okuyorum. 70 yıl önce yazılmış olmasına rağmen kitapta, yaşadıklarımla benzeşen noktalar var.

İstasyonda isimli yazısında geçtiği istasyonlardan birinin gençten bir memuruyla yaptığı kısa sohbetini anlatıyor Reşat Nuri. Memur ona oralardan çok sıkıldığını, adeta cehennemde yandığını söylüyor. Reşat Nuri'nin bu söze yorumu şöyle:

"Sonsuz yeşilliklere ve su seslerine boğulmuş bir yere 'cehennem' demek bana ilk önce nankörlük gibi görünmüştü. Fakat bir parça düşününce hak verdim. Yaşamak ve eğlenmek ihtiyacında bir ümitsiz genç, yeşillik ve su içinde de pekala cehennemde gibi yanabilir. (s. 18)"

Burası da sade bir ilçe olmaktan başka suçu yokken biz genç öğretmenlere korkunç bunaltıcı gelebiliyor.

Bekar Memurlar Suikasti isimli yazısında ise doğu illerinin birine teftişe gitmişken otelde daimi kalan memurlar nedeniyle yatacak bir yer bulamayışından yakınıyor yazar:

"...vilayetlerimizin bir kısmında inci gibi oteller meydana gelmiştir. Onları günün münasip bir saatinde gezip seyredebilirsiniz; gazinosunda bir kahve veya çay içmeniz daima mümkündür. Fakat içlerinde yatmağa kalkarsanız bunu bu gece de, yarın gece de, bu hafta ve gelecek sene de ümit etmeyin.
Önceden akla gelmiyor ama sebep gayet basit. ... Şehirde bekar yahut henüz ailesini getirmemiş birçok memur var. Defterdar ve mektupçudan itibaren vilayet memurları, bankacılar, lise, orta mektep muallimleri ve saire...
Bunlar suyu, elektiriği, hamam ve sairesi şöyle dursun bazılarının el yüz yıkayacak yeri bile bahçenin bir köşesinde olan eski tertip yerli evlerine dünya kadar para verip başlarını belaya sokmaktansa bu otellere pansiyoner olarak yerleşiyorlar. Bu suretle nihayet yedi sekizden ibaret bulunan odalar kapanın elinde kalıyor. (s.187)"

Günümüzle karşılaştırıldığında değişen pek bir şey yok. Öğretmenevinde kalırken, devletin başka bir dairesinin kısa bir görevi için şehir dışından gelen memuru boş oda bulamıyor ve daimi kalan öğretmenlerin odalarındaki boş yataklara yerleştiriliyorlardı. Biz de öylelikle odamızda bir kaç kişiyi misafir etmiştik.

Yazarın Gurbet isimli yazısının şu bölümüne de katılıyorum:

"Anadolu, her yabancıya az çok bir garipseme duygusu verir. ... Çünkü netice itibariyle gurbet kurdunun için için kalbimizi kemirdiğini duyarız. ... Anadolu'yu bu vaziyette gezen seyyahın, yahut bir kasabasında yaşayan İstanbul'lu memurun onu karanlık renklerle tasvir etmesi ve hayatsızlıktan şikayet etmesi herhalde bundan ileri geliyor. Ağrılarının, içinde yattığı yataktan geldiğini vehmeden hasta gibi, biz de sırf kendi yüreğimizde getirdiğimiz ağrının mes'uliyetini galiba haksız olarak Anadolu'ya yükletiyoruz. Erkenden kapılarını kapamış, mütevazi basma perdelerinin arkasında lambalarını yakmış evlere, sokaklardan baktığımız zaman onları bir can sıkıntısı ve asteni yuvası gibi görüyoruz. Çaresini sokaklara dizilecek fenerlerde, dökülecek insanlarda aramaya yelteniyoruz. Hasretini çektiğimiz evimizin de bu saatte bir yabancıya aynı manzarayı göstereceğini aklımızdan geçirmiyoruz. ... Hepimizin saadeti aşağı yukarı alıştığımız dekorun motiflerinden yapılmış değil midir? Böyle olduğu halde alışkanlık dediğimiz kudretin, bu çarpık çurpuk viran evlerde de aynı mucizeyi yapmış bu dekoru boyamış olmasını bir türlü aklımıza aldıramıyoruz. (s. 213-214)

Yine de Reşat Nuri'nin bu gözlemleri bir yerde çok uzun süre kalmadan yaptığını unutmamak gerek. Uzun süre kalınca, hele de mesleğiniz öğretmenlikse, o basma perdeli mütevazi evlerin içinde yaşayanları görmeye, tanımaya ve bir nebze anlamaya başlıyor; dekoru ilk gelişinizdeki gibi garipsemiyorsunuz.

*Güntekin, Reşat Nuri; Anadolu Notları I-II; İnkılap Kitabevi; İstanbul.

8 Mart 2008 Cumartesi

Dünya Kadınlar Günü

Telefonlar geldi. "Hocam, 10:00-16:00 arası dışarı çıkmayın."
Planlar ertelendi. "Buluşmayı pazara mı alsak?"
Erzaklar depolandı. "Bir ekmek fazla olsun."

Sokağa çıkılmadı.

Eylem vardı.

Kadınlar sokağa dökülmüş bağırıyorlardı.

Genç kızlar bayrak sallıyorlardı.

Eylem yanlıydı.

Kadınlar, hiç konuşulmadı.

8 Mart'tı.

3 Mart 2008 Pazartesi

Maç

Okul çıkışı toplanıp YİBO*'nun kapalı spor salonunda voleybol maçı yaptık. Hiçbirimiz iyi değildik ama bayağı eğlendik. Bizim takım yendi. Ben fena sayılmam, yine de öğrenciyken bu tür etkinliklere yeterince katılmadığıma pişman oldum. Ortaokulda takım antremanlarına 3 kez gidip bilekleri morartınca devam etmemiştim, keşke etseymişim.

Buralarda yapılacak şeyler sınırlı olduğundan halk oyunları, spor karşılaşmaları gibi klasik okul etkinlikleri hayatımızda önem kazanıyor. Onlarda iyi olmak da daha güzel vakit geçirmemizi sağlıyor, kendimizi zinde hissettiriyor.

Karar verdim, bu sefer toptan kaçmayacağım.

*YİBO: Yatılı İlköğretim Bölge Okulu