24 Nisan 2008 Perşembe

Ve Perdeler Açıldı

Bütün hazırlıklar tamamlandı, son prova alındı. Yine de 23 Nisan ve 24 Nisan resmi tatil olduğundan son güne kadar Milli Eğitim'den onay gelmedi. Bizimse asıl amacımız 23 Nisan'da ilk oyunu oynamaktı. Bu yüzden oyun gününde oynanmayacak diye üzüldük. Salı günü yönetmenimizin Milli Eğitim Müdürlüğü'ne gidiş gelişlerinin de etkisiyle oyunu sahnelememiz için izin geldi. Alelacele davetiye hazırladık. Koştur koştur ilçenin idarecilerine dağıttık ve okullara öğrenci göndermeleri için telefon ettik.

Merkezdekiler meydandaki törenlerine, biz köydekiler okuldaki törenlerine katıldıktan sonra yani oyunun başlamasından birkaç saat önce salonda toplandık. Sahneyi hazırladık, kostümlerimizi giydik, makyajımızı yaptık. Kulis heyecanı başka bir şeymiş. Son 10 dakika. Kalpler güm güm atıyor. Arada çaktımadan salon dolmuş mu diye bakılıyor. Dolmuş. Ayakta kalanlar olmuş. Seviniyoruz. Son beş dakika. Eyvah, ses sisteminde sorun çıktı. "Arkadaşlar, efektler düzgün çalışmayabilir. Bi' şekilde kurtarın." Buruk bir aaaaaaaaa sesi. Son iki dakika. "Arkadaşlar, sorunu hallettik gibi. Yine de taklırsa kendiniz bir çözüm bulun." Tamam, elimizden geleni yapacağız. Konuşmacı sahneye çıktı. Oyun yarı interaktif, yani çocukların da katılacağı yerler var. En çok da oyunun başında. Provalarda 'ya katılmazlarsa' diye endişeleniyorduk. Kapı arkasından sesleri duyduk; Katılıyorlar. Alkıştan sonra biz gireceğiz sahneye. Kulis kapısında sıra olmuş bekliyoruz. Alkış koptu, koşa koşa sahneye girdik. Ve o andan itibaren sanki hala prova yapıyormuş gibi, karşımızda seyirci yokmuş gibi oynamaya başladık. Ne bir replik unuttuk, ne bir yerde takıldık. Müzikler kimi yerde gitse de bizi yarı yolda bırakmadı.

İkinci hatırladığım oyunun bittiğiydi. Seyircimize selam verdik. Alkışlandık, kulise girdik. Tebrik etmeye kulise gelenler oldu. Gururlandık. Çocuklar bizimle fotoğraf çektirmek istedi, daha da gururlandık. Ertesi gün sokakta yürürken bizi tanıyabilenler arkamızdan oyundaki ismimizi çağırdılar. Meşhur olmuşuz :)

20 Nisan 2008 Pazar

Kürtçe - 1

Öğrencilerim, kendi aralarında ister istemez Kürtçe konuşuyorlar. Anlamadığım için sorun oluyor. Aralarında bir anlaşmazlık olsa kim haklı kim haksız bilemiyorum. "Öğreatmanii, o bana küfür söyledi." Söyledi mi gerçekten? Ben de bu duruma şöyle bir çözüm ürettim:

Ben: Şimdi çocuklar düşünün, ben yabancı bir arkadaşımı sınıfa getiriyorum. Size bakıyoruz, dönüyoruz, kendi aramızda bir şeyler konuşuyoruz. Tekrar size bakıyoruz, dönüyoruz, konuşuyoruz. Sonra bir daha bakıyoruz, konuşuyoruz. Hoşunuza gider miydi?
Öğrencilerim: Gitmezdi öğreatmanii.
B:Gitmezdi, evet. Öyle olmasa bile sizin hakkınızda konuşuyormuş gibi olurduk. Peki ikimiz konuşurken tartışmaya başladık, siz bizi ayırmaya çalışıyorsunuz. Kimin haklı olduğunu tam olarak bilebilir miydiniz?
Ö: Bilemezdik öğreatmanii.
B: O zaman yalnızca birbirimizin bildiği dillerde konuşalım, tamam mı?
Ö: Tamam öğreatmanii. Yani İngilizce, Türkçe.
B: Aslında sadece İngilizce konuşmanızı isterim.
Ö: Vıyyy. Yapamayız öğreatmanii.
B: Yaparsınız, biraz daha zaman geçsin, yaparsınız. Şeyy, ben Fransızca bilmiyorum. Fransızca konuşmayın sınıfta, olur mu?
Ö: (Kıkır kıkır gülerek) Bilmiyoruz ki öğreatmanii.
B: İtalyanca da konuşmayın, Japonca da, Yunanca da. Anlaştık mı?
Ö: Anlaştık öğreatmanii.

Doğuda görev yapan öğretmenlere tavsiye ederim; bayağı işe yarıyor.

13 Nisan 2008 Pazar

RayRaRaRayRay

Tüm haftasonu, yarım haftaiçi toplanıp çalışıyoruz. Bazen sıkılıyoruz ama, genellikle çok eğleniyoruz. Peki ne yapıyoruz?

Biz, çeşitli branş ve okullardan 20 öğretmen, daha önce hiç izleme fırsatları olmadı diye birinci kademeye öğreaatmaaniii'lerinin oynadığı bir tiyatro oyunu çıkartıyoruz!

İlçenin tüm faaliyetlerinin yapıldığı tek sahnesinde yaklaşık bir aydır prova yapıyoruz. Arkadaşlarımızla pek görüşemiyoruz, voleybol maçları sekteye uğradı, ben de bloga seyrek yazar oldum ama değecek.

Çocuk oyunu çıkartmak bana hep daha kolaymış gibi gelirdi. Meğer yanılmışım; çok hareket gerektirdiğinden daha yorucu. Üstelik, daha çok özen istiyor çünkü seyirci kitlemiz, duygularını hemen belli edecek yaşta. Bugün provamıza 6. sınıfa giden bir kız çocuğu geldi. Tepkisi ne olacak diye tüm prova boyunca yan gözle ona baktık. Bir baktık gülmüyor, iki baktık gülmüyor, üç baktık gülmüyor. O gülmüyor, biz gülüyoruz. O gülmedikçe, biz bozuluyoruz. Sonunda güldüğünü gördük, kafamız rahat, provaya devam ettik.

Bu hafta dekorumuzu, müziğimizi, kostümümüzü ayarlayıp 23 Nisan'da bayram hediyesi olarak çocuklara perdelerimizi açacağız. Umarım her şey yolunda gider.

8 Nisan 2008 Salı

Hırsız Var

Servisten indim. Eve doğru yürümeye başladım. Birinci manavı geçtim. Züccaciye, giyim mağazası, banka... Çarşı bitiyordu, ben eve yaklaşıyordum. Kaldırımımda bir inek vardı. İkinci manav az ötemdeydi. İneği görünce yavaşladım. İnek de hareketlerini ağırlaştırdı ama bu sefer hedef değildim. Neredeyse durdum. İkinci manava çok yaklaşmıştım. İnek yönünü değiştirdi. Hızlı ve sinsi adımlarla manavın önünde üstü bol yeşillikle dolu olan tezgaha yaklaştı. Hiç oralı olmadan kafasını çevirdi ve birden en yakın marula saldırdı. Onu kaptığı gibi koşmaya başladı. İçerden dükkan sahibi koştu. İnek kaçarken panikten marulu yere düşürdü lakin artık marul için çok geçti. O bundan böyle ineğin salyalı dişleri arasında kaybolmaya mahkumdu. Manav, gülmekle utanmak arası "eeeh bee" hareketi yaptı, dükkana girdi. İnek manavın pes edişinden cesaret alarak marula öldürücü darbesini indirdi ve onu dilinin yardımıyla ikiye ayırdı. O akşam ineğin aklından geçenler şunlardı: "Her gün çerçöp, nereye kadar? Çaldık çırptık ya, bu marul iyi geldi gene de yav. Kader utansın.".

*Fotoğraf "Vikipedi"den alınmıştır.

3 Nisan 2008 Perşembe

Ocakbaşından Öte

Sahibini aylarca şef garson sandık. Her içeri girdiğimizde 'hoşgeldiniz' deyip yer gösterdi. Siparişlerimizi de her zaman o aldı. Kılığı, konuşması düzgün, basbayağı efendi bir adamdı. Sahibi olduğunu öğrenince ona daha çok saygı duyduk.

Efendi sahipli bu yer, ilçenin en gözde mekanı. Gariptir, yalnızca memur kesimi gidiyor. Sanırım farkı da buradan kaynaklanıyor. Yemekleri iyi ama salatası ayrı bir güzel. Salataya soğan koymadıkları için benim ayrıca takdirimi kazandılar. Seçeneğimiz bol olsa da 'Yemeğe çıkalım.' deyince içimizden başka bir yere gitmek gelmiyor. 17:00-20:00 arası boş masa bulması zor. Boş masa bulamayınca neredeyse yemek yemekten vazgeçiyoruz. Çünkü orası yalnızca yemekleri güzel olan bir ocakbaşı değil aynı zamanda kendimizi güvende hissettiğimiz, sosyal hayatımızın merkezi haline gelmiş yerlerden biri. Tanıdık tanımadık, herkes orada. Tam, "iki insan yüzü görelim"lik mekan. Haftasonu daha eğlenceli.

Mesela, kişi erkek-kız arkadaşıyla ilişkisini duyurmak, resmileştirmek istiyorsa bir cuma akşamı orada başbaşa yemek yemesi yeterli.

Ha, bir de arka tarafında bahçesi var. Bugün gittiğimizde açıldığını gördük. Sezonun ilk açıkhava yemeğini yedik. Çok yemişiz.