14 Şubat 2007 Çarşamba

Yolculuk

Gitme vakti geldi. Annemle vedalaştık. Babam ve ben otobüse binmek üzere yola çıktık. Gerginlikten karnım ağrıyordu. Otogara gelip peronu bulduk. Valizi bagaja verdik. Otobüse bindik ve sanki başka bir dünyaya girdik. Türkçe konuşmayan acayip giysili kadınlar ve adamlarla doluydu otobüs. Bir tek önümüzde benim gibi öğretmen olduğu her halinden belli olan bir kızcağız ve babası vardı.

Doğunun otobüsleri dolmuş gibidir. Güzergahtaki her şehirde yarım saat durup yolcu indirir-bindirir. Muavin otobüsün kapısından gidilecek şehirlerin ismini bağırır. Binenler biner. Böylece normal şartlar altında, diyelim, 9 saat süren yolculuğunuz 12 saate çıkar. Eğer güzergahtaki şehirleri ilk defa görüyorsanız bu durum eğlenceli olabilir. Ben de bu ilk seferde her şehrin terminaline merakla baktım. Otobüs şehrin içinden geçtiğinde daha da dikkat kesildim. Sabah oldu. Gideceğimiz yere iyice yaklaştık. Babam, çaprazımızda oturan doğulu adamla konuşmaya başladı; atamamın çıktığı köyü sordu. Adam ilçeye yaklaşırken gösterdi: “İşte şurasıdır”. Baktık, adamın gösterdiği yerde bir şey yoktu. Köy çok uzakta, dağın eteğinde olmalıydı. Suratım düştü. Bunu fark eden babam bana dönüp, “Ne düşünüyorsun?” diye sordu. “Geri dönmeyi” dedim.

Hiç yorum yok: