24 Şubat 2007 Cumartesi

Alo İnek Hattı


Bir inek, iki inek, üç inek, dört inek, beş inek. Burada ineklere özgürlük var! Sokaklardan insandan çok inek geçiyor. Sahipleri başlarında yok; sabahtan salıyorlar ilçeye, akşama onlar kendi geri dönüyor. Bazı inekler bazı insanlardan daha görgülü. Yol veriyorlar bize. Bazıları da sosyalleşmiş. Meydana önce biri geliyor, 'mö'leyip bekliyor, bi' bakıyorsun diğer sokaktan öbürü gelmiş. İkisi beklemeye devam ediyor. Ara sokaklardan da diğerleri gelince topluca bir yöne doğru ilerleyip gidiyorlar. İnekler burada çayır çimen değil çöp yiyiyor. Aralarında çöp poşetleriyle gösteri yapanlar var. Poşeti aşağı sallıyor, yukarı sallıyor; onunla daire çiziyor, eğleniyor gariban. Köyden kente zorunlu göç yapan insanlar aradaki o geçirmeleri gereken evrimi geçirmediklerinden burada köy-kent karışımı acaip bir model oluşmuş. Apartmanlar var mesela, daireler 6+1 (Bir dairede ik-üç aile yaşıyor ve de çocuk sayısı haddinden fazla). İnekler, tavuklar ortada. Burda yok gerçi ama başka bir doğu ilimizde 'Alo İnek Hattı' varmış duyduğuma göre. İnek görünce telefonla ihbar ediyormuşsun ama görevlilerden gelip de ineği alan olmuyormuş. Bizdeyse durum biraz farklı. Milli bayramlarda belediyeden şunun gibi bir anons yapılıyor: 'Yarın 23 Nisan'dır. İneklerin sokakta dolaşması yasaktır!' Bi' Hindistan, bi' burası.

23 Şubat 2007 Cuma

Hayat Başladı

Bir haftadır çalışıyorum. Sabah kalkıp özenle hazırlanıyor, okula yollanıyorum. Öğretmenlerimizin hepsi bakımlı. Bu beni şevklendiriyor. Çocukları sevdim. Köy çocuğu olmanın masumiyeti var üzerlerinde. Şimdilik, daha önce İngilizce öğretmenleri olmadığından -üç yıl boyunca kendi İngilizce bilmeyen din kültürü öğretmenlerinden ders almışlar -Adam her hafta İngilizce bilen birinden yardım alıp önce kendi öğrenir, sonra çocuklara gelip öğretirmiş. Şarkılarla, türkülerle de dersleri geçirebilirdi. Takdire şayan bir davranış-, ilk dönem de matematik öğretmeni derse girmiş- yanlış öğrendilerse doğrusunu bir duysunlar diye genel tekrar yapıyorum. Telaffuz dışında çok kötü durumda değiller.

Her şeyden öte bu bir haftadır şunu hissediyorum: İşte şimdi hayat başladı! Kendi paramı kazanmak için emek veriyor, yoruluyorum. Hep haritada görüp içten içe gerçekte var olmadığını düşündüğüm bir yerdeyim. Tek başımayım. Ve artık öğrenci değilim. Öğretenim. Şaşkınım.

20 Şubat 2007 Salı

Babam Gitti

Artık her şey tamam. Konaklama sorunu geçici de olsa çözüldü. Babam -içi rahat- gitmeye karar verdi. Sabah otobüsüne bilet aldı. Okulda olacağım için akşamdan vedalaştık. (Ben bu sahneye alışığım. Doğrusu, daha acısını üniversiteye başlarken yaşamıştım. Babamın beni yurt binasına bırakıp gidişini unutamam. O da unutamamış ki birbirimize o anı anlatıp hüzünle gülümseriz. Boğaza çıkan ağaçlıklı yoldan yitip gidişi; o ilerledikçe görünmez olan ben... Arkasını dönüp bakmamıştı. "Baksaydım gidemezdim." dedi dört ay sonra.) İşte bu yüzden, bilmediğimiz bir yerden babamın bensiz ayrılışı ne ona ne de bana dokundu. O, otobüsün karışıklığında yol alırken, ben öğrencilerimin isimlerini ezberlemeye ve öğretmen arkadaşlarımı tanımaya çalıştım. Öğleden sonra yurda döndüm. Yalnız kaldığım bir an bile olmadı. Oda arkadaşlarımla çay içip sohbet ettik. Gece, babamdan sağ salim eve ulaştığına dair bir telefon geldi. Mutluyum.

19 Şubat 2007 Pazartesi

Okul

Babam ben okula başlamadan gitmek istemedi. Hafta sonunu da beraber geçirdikten sonra nihayet pazartesi geldi. Köye ilçeden servisle gidip geliniyor. Sabah babam bindirdi beni servise. Utandım biraz. Sonra okula geldik öğretmen arkadaşlarla. Öğrenciler gözüme canavar gibi göründü. Korktum. Yine de topladım cesaretimi. Girdim derslere. Tanıştım çocuklarla. Hiç de öyle “canavar” falan değillermiş. Ben onları inceledim, onlar beni inceledi. Süzdük birbirimizi baştan aşağıya. Sorular sorduk. Günün sonunda artık kendimi bir yabancı değil, o okulun öğretmeni olarak hissedebildim.

18 Şubat 2007 Pazar

Öğretmenevi

Babamla öğretmenevinin üç kişilik odasında beraber kalıyorduk. 15 günlük mehil müddeti kısaldıkça ilçeye gelen yeni öğretmen sayısı arttı. Yeni atanan öğretmenler, kalmak için -haklı olarak- öğretmenevini tercih ediyorlar. Bu sebeple, babamı erkeklerin kaldığı bir odaya verip benim yanıma iki öğretmen yerleştirdiler. Babam bir iki gün sonra eve dönecek; durumu anlayışla karşıladık. (Öyle olmasaydı da anlayışla karşılardık. Doğuyu kabullenip de gelmek yeterince zor zaten.) Babamın kalan zamanında hemen ev aramaktansa çevreyi tanıyıp güven duyana kadar -doğuya atanan öğretmenlerin çoğunlukla yaptığı gibi- öğretmenevinde kalmamın iyi olacağına beraberce karar verdik. Odanın konforlu olması da bu kararı etkiledi. Odama iyice yerleştim. Oda arkadaşlarım fena görünmüyor. Odamızda herkese ait birer gardop, bir mini buzdolabı, bir uydulu tv var. Yerler halıfleks. Banyomuz da küçük sayılmaz. Yine de ben öğretmenevine yurt diyorum. Giriş kapıları 12:30'da kapanıyor ve oda arkadaşlarınızı siz seçemiyorsunuz.

16 Şubat 2007 Cuma

Birinci Hafta Sonu

Burada geçirdiğim ilk hafta sonu. Hem yanımda babam olduğu için hem de hala çevreye alışmaya çalıştığım için henüz aidiyet duygusunu hissedemiyorum. Babamla kalan zamanımızda keşif gezilerine çıkıyoruz. Önce ilçede küçük bir yürüyüş yaptık. Sonra gelen memurların isteğiyle açılan büyük marketleri gezdik. Bir yandan da ben şampuan, krem gibi buradan almayı planladığım eksiklerimi tamamladım. İlçede Collezione, Rodi gibi markaların satıldığı dükkanlar varmış, onları gördük.

Daha sonra yakın olan komşu ilçeye gittik. Başkasının olan her zaman daha güzel görünür ya, orayı daha çok beğendim. Düzenli parkları, büyük mağazaları vardı. Zaten bu ilin en gelişmiş ilçesi orasıymış. Hangi ilçenin daha yaşanabilir olduğunu zaman gösterecek.

15 Şubat 2007 Perşembe

İlçeye Varış

İlçenin köhne otogarına vardık. Hazır bekleyen taksilerden birine binip önceden yer ayırttığımız öğretmen evine gittik. Öğretmen evi fotoğrafta olduğundan daha bakımsızdı. Odamıza çıktık. Valizleri bırakıp restoran kısmına, kahvaltı yapmak üzere indik. Şiddetli karın ağrıları çekiyordum. Bir iki yudum çay içtim. Ben böyle durumlarda kolay üzülmem. Üniversiteye gittiğimde de, sekiz kişilik izbe Yurt-Kur odasında kaldığımda da sıkmadım canımı. Çok kampa gittim, ailemden uzun süreli çok ayrıldım. Bu sefer farklıydı. İstanbul’da okudum ben. Çok farklı hayatlar görüyorsunuz. Burası şehirleşmeye yeni geçmiş, köy-kasaba gibi bir yer. Ömrümün birkaç yılını burada geçirme düşüncesi üzdü beni. Bu yüzden hala dönmeyi düşünüyordum. Milli Eğitim Müdürlüğü’nden kararnamenizi alıp gerekli yere teslim ettiğinizde resmen devlet memuru olursunuz. İşte ben onu yapmadan önce en az bir günü burada geçirip, okulu da görüp öyle karar verecektim.

Kahvaltıdan sonra babamla çıkıp ilçeyi dolaştık. Gözüme önce tek tük görünen apartmanların sayısı arttı. Alışmaya başladım yavaş yavaş. Moralim biraz düzeldi. Öğleden sonra bir taksi tutup okula gittik. Köy kötüydü fakat okul güzeldi. Okul müdürü üç yıllık öğretmen çıktı. Doğuda yerel insan gücü şehirleri geliştirmek üzere dönüştürülemediğinden memurların hemen hepsi ülkenin diğer bölgelerinden geliyor. Dolayısıyla buradaki öğretmenler de zorunlu hizmet sürelerini doldurunca memleketlerine dönüyorlar. Bu yüzden bu bölgelerdeki en kıdemli öğretmenler en fazla beş yıllık. Onları da hemen vekil müdür yapıyorlar. Öğretmen kadrolarının çoğu yeni atama. Okul da öyleydi. Bu beni, “yalnız değilsin” hissi verdiği için rahatlattı. Konuşurken hepimizin 21. tercihten burada olduğumuz ortaya çıktı. Kendimize “21 Kurbanları” diye isim taktık, güldük. Öğretmenlerle biraz daha sohbet ettikten sonra babamla okuldan ayrıldık. Bütün akşam düşündüm. Sabah kararımı verdim. Kalacaktım.

İl Mili Eğitim Müdürlüğü’ne gittik. Kararnameyi alıp İlçe Milli Eğitim’e teslim ettik. Diğer resmi tüm işlemleri tamamladık. Artık 657’ye tabii bir devlet memuruydum.

14 Şubat 2007 Çarşamba

Yolculuk

Gitme vakti geldi. Annemle vedalaştık. Babam ve ben otobüse binmek üzere yola çıktık. Gerginlikten karnım ağrıyordu. Otogara gelip peronu bulduk. Valizi bagaja verdik. Otobüse bindik ve sanki başka bir dünyaya girdik. Türkçe konuşmayan acayip giysili kadınlar ve adamlarla doluydu otobüs. Bir tek önümüzde benim gibi öğretmen olduğu her halinden belli olan bir kızcağız ve babası vardı.

Doğunun otobüsleri dolmuş gibidir. Güzergahtaki her şehirde yarım saat durup yolcu indirir-bindirir. Muavin otobüsün kapısından gidilecek şehirlerin ismini bağırır. Binenler biner. Böylece normal şartlar altında, diyelim, 9 saat süren yolculuğunuz 12 saate çıkar. Eğer güzergahtaki şehirleri ilk defa görüyorsanız bu durum eğlenceli olabilir. Ben de bu ilk seferde her şehrin terminaline merakla baktım. Otobüs şehrin içinden geçtiğinde daha da dikkat kesildim. Sabah oldu. Gideceğimiz yere iyice yaklaştık. Babam, çaprazımızda oturan doğulu adamla konuşmaya başladı; atamamın çıktığı köyü sordu. Adam ilçeye yaklaşırken gösterdi: “İşte şurasıdır”. Baktık, adamın gösterdiği yerde bir şey yoktu. Köy çok uzakta, dağın eteğinde olmalıydı. Suratım düştü. Bunu fark eden babam bana dönüp, “Ne düşünüyorsun?” diye sordu. “Geri dönmeyi” dedim.

12 Şubat 2007 Pazartesi

Daha Ertesi Gün

Gitmeye karar verdik. O gün okulda giymek üzere kıyafet almaya çıktım. Mutsuz olduğum ve gideceğim yeri önemsemediğim için sıradan, koyu renk bir şeyler aldım. Akşam valizimi hazırlarken de hiç mutlu değildim. Zaten “geri döneceğim” diye özenmedim hiçbir şeye. Acil ihtiyacım olabilecekleri topladım. Çok kısa sürdü.

11 Şubat 2007 Pazar

Ertesi Gün

Nihayet sabah oldu. Atamalarda memurun yerleştirildiği yere gitmesi için on beş gün süresi vardır. Eğer o süre zarfında göreve başlamazsa ataması iptal olur ve ceza alır. Bu ceza, 1 yıl süreyle devlet kadrolarına başvuramama cezasıdır. Sabah aklımda, gitmediğim zaman alacağım bu ceza ve gece boyunca düşündüğüm diğer ihtimaller vardı. Bir yandan da doğuya gitme fikri akşam olduğu kadar kötü gelmiyordu. Bu yüzden –tabii aynı zamanda meraktan- internete sarıldım. Nasıl bir yer? İklimi nasıl? Elektriği, suyu var mı? Google’dan karşıma çıkan tüm siteleri gezdim. Bir sürü fotoğraf indirdim, telefon numarası (Öğretmen Evi, Valilik, Belediye vs.) aldım. Özellikle ilçe, fotoğraflardan fena görünmüyordu. Giderek aklıma daha çok yatmaya başladı. “Hayır”dan “belki”ye dönüştü düşüncelerim. Akşama doğru ailece “Bi’ gidip görelim”e dönmüştük.

10 Şubat 2007 Cumartesi

Atama Sonuçlarının Açıklandığı Akşam

ÖN BİLGİ: Devlet okullarında öğretmen sıfatıyla çalışmak isteyenler önce her yıl Temmuz ayında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı’na (KPSS) girerler. Bu sınavlardan aldıkları puanla, listesi yayınlanan boş kontenjanlı okullardan kendi branşlarına göre 20 tercih yapabildikleri bir başvuru-tercih formunu doldurur ve İl Milli Eğitim Müdürlükleri’ne teslim ederler. Tercih formunda bir de 21. seçenek vardır. Bu seçenek, tercih dışı yerleştirme isteğinde bulunulup bulunulmadığını belirtir. Aday eğer 21. tercihi de işaretleyip kendi tercihlerine yerleştirilemezse bakanlık, onu kurayla ülkenin herhangi bir yerinin herhangi bir okuluna atama yetkisine sahiptir.

Gergin bir bekleyişle geçen günün on yedinci saatinde atama sonuçlarının açıklandığı ekrana bakakaldım. 21. tercihten doğuda bir yerin bir ilçesinin acayip isimli bir köyüne atanmıştım. Sonucu yanımda bulunan anneme söyledim. Yutkundum. Kalktım, evin içinde şöyle bir dolaştım. Geri geldim, bir daha ekrana baktım. Hala aynı şey yazıyordu. Gözlerimi kaçırıp yine baktım, değişmedi. Şaşkınlığımı üzerimden atar gibi olunca annemle evdeki yol haritasını çıkardık. Şehir 1/1.800.000 ölçekli haritada bile çok uzak, tuhaf ve korkunç görünüyordu. Oturduğumuz yerle arasındaki mesafeyi ölçtüm. Oluşturmak için beş gün uğraştığımız listedeki yerlerle arasındaki mesafeyi de ölçtüm. Çok uzaktı. Şansıma hem küstüm hem de kızdım.

Sınav sonuçlarının açıklandığı akşamlar, yakınlar ve akrabalar büyük bir merakla telefon ederler. Sonucunuz kötüyse konuşmak istemezsiniz. Ben de o an yok olmak istedim ama telefonum buna izin vermedi. Doğruyu söylemek gerekirse, o akşam kimlerle ne konuştuğumu pek hatırlamıyorum. Ama sanırım hemen herkese “büyük ihtimalle gitmeyeceğim” demiştim.

Gece boyunca da başka kariyer planları yaptım. Üzüldüm, kızdım. Kızdım, üzüldüm.